Bir Paket Sigara ve Kurşun Kalem

Şubat 2022

Görsel bir hiçlik vardı.

“Artık kalemden korkuyor musun Tutku?” dedi terapist kadın, sesi güçlü, diksiyonu kusursuzdu.

“Hayır.”

“Güzel. Artık Erdem de sigara içmiyor.”

Tutku, bir şeyler söyleyecekmiş gibi mırıldandı ama terapist kadın başladı cümlesine “Başardın Tutku. İkiniz de başardınız!”

“Nasıl?”

“En başında buraya hangi sebeple geldiğinizi hatırla. İkinizin de kurtulmak istediği şeyler vardı. Erdem için bu sigaraydı, senin içinse takıntıların. Şu anda görüyorum ki istenilen iki durum da öyle ya da böyle başarıyla gerçekleşmiş! Erdem bir daha sigara içmeyecek ve sen de bir daha kalemleri düşünmeyeceksin.” dedi terapist kadın, sesi destekleyiciydi. Tutku şaşkın, kalakalmıştı. Terapist kadın konuşmasını sürdürdü. “İşte şu anda arzu ettiğimiz noktada olmanın haklı gururunu taşıyor olmalıyız.”

Tutku hala bir heykel kadar hareketsiz ve bir o kadar ifadesizdi.

 “Öyle durma Tutku, Başarılı oldun!” Tutku anlayamıyordu. Sevinmek, en azından bir tutam da olsa bir tepki gösterebilmek istiyordu, ama cümleler algısından geçemiyordu. Terapist kadın, sesine biraz daha coşku serperek konuşmasına devam etti:

 “Tebrik ederim, karşımda korkularını fethetmeyi başarmış biri oturuyor.” Dedi kadın, oldukça güven vericiydi. Tutku’nun ifadesizliği yerini suratında beliren yarım yamalak bir gülümsemeye bıraktı. Sesinde narin bir sevinç, kendine inanamıyor olmanın verdiği kırılganlıkla konuştu:

“ba-başardık mı?”

“İkiniz de ebediyen kurtuldunuz. Kendinle gurur duymalısın!”

“Ama-” dedi Tutku ki terapist kadın böldü konuşmasını, bıçakla keser gibi

“Ne aması Tutku… Sonuç çok net! Sakın ha başarını küçümsemeye kalkma! Günümüzde insanlar kendi değerlerini düşürme girişiminde bulunuyor… Çok yazık. Ben kocaman bir başarı görüyorum sana baktığımda.”

“Öyle mi?”

ÖNCESİ

Görsel hiçlik renklere bulandı.

Gün aydı ve karardı, aydı ve karardı. Yıldızlar gecenin çıplak bilinmezliğinde sıcak küller gibi dağılmış; Ay dede, bu gece çoktan başını alıp kaçmıştı. Dağ başında, taş bir ev, tek katlı, kiremit çatı; yapayalnızdı. Eprimiş, kirli perdeler, kısalıkları neticesiyle pencereleri kapamaya uzanamıyorlardı. Mahpushane parmaklıkları ile daralmış pencerelerden dışarı sızan titrek ışıklar, kirli toprağın üzerinde kıvranarak ölüyordu.

Evin içi geniş, tavan alçaktı. Rutubete katılmış sigara dumanı tavandaki küf lekelerine dokunuyordu. Dar pencerelerin kıyısında; tozdan grileşmiş tüp televizyon, karşısında kuru kan renginde bir çift koltuk vardı. Yerin buzu aratmayacak soğukluktaki gri zeminine kâğıttan ince, küçücük bir kilim atılmıştı.

Diğer tüm eşyalardan uzakta gri bir masa vardı salonda. Pencereciklere oldukça uzak, kıstırılmışlığa o kadar yakındı. Bu ölgün, yılgın, yamuk ve bir ayağı havada masanın çevresinde Tutku ve Erdem karşılıklı oturmaktaydı. Bu yüzü pürüzlü, perdahsız masanın üzerinde bir paket sigara ve bir adet sivri uçlu kurşun kalem vardı. Bu iki eşya Tutku ve Erdem’in gözlerini esir almıştı. Cansız bir manken kadar sessiz ve hareketsizdi, Tutku ve Erdem. Gözaltları mosmor, gözleri kırmızı, omuzları çökük, kolları sarkıktı. Canlı bir ceset gibiydiler uzaktan. Biraz yaklaşınca ise gözleri, canlılıklarını ele veriyordu, çünkü insanın en yoğun duygularına bürünmüşlerdi. Tutku’nun gözlerinde yoğun bir korku, Tutku’nun ruhunu sıkıyordu. Karanlığın titrek boğuculuğu, gözbebeklerinde şekillenmişti. Sivri uçlu kurşun kaleme bakıyordu. Sivri uçlu kurşun kalemin biraz sağında, Erdem’e daha yakın tarafta ise masanın üzerinde bir sigara paketi doğruluyordu. Erdem’in dünyası sigara paketinin arkasına saklanmıştı. Tüm hisler koşarak kaçmış da Erdem’in gözleri yalınlıkta tek bir şeyi yakalamıştı sanki: sigara paketini.

Baktılar,

Baktılar…

Ve Baktılar…

Tutku’nun hareketlerine bir titreme geldi. Göğüs kafesi sıkıştı, çöken bir bina misali içine büküldü vücudu. Göğüs kafesindeki kemikler, Tutku’nun alamadığı nefesle birer birer, milim milim içine göçüyordu. Vücudundaki tüm bu baskıya rağmen gözünü asla kalemden ayırmıyordu. Nefesini tuttukça tutuyor, kaleme bakmakta diretiyordu. Nefessiz kalmaktan bayılma noktasına gelmişti ki, Tutku’nun dudakları aniden açılıverdi. Tutku yaşamdan kaçamadı. Çok derin bir nefes aldı, içeri göçen kemiklerini açmak, sıkışmış ciğerine biraz da olsun hava doldurmak için.

 Erdem tam karşısında yaşanan bu gürültülere karşı tamamen kayıtsızdı. Oldukça muntazam, sigara paketini izlemeye hiçbir şey olmamış devam ediyordu. Kaşları hafif çatık; gözleri al al, kızarıktı. Gözünü en son ne zaman kırptığını unutmuş olabilirdi.

Tutku’nun boğulmaktan arınan sert ve derin nefeslerinin yerini; kısa, kesik hızlı nefesler aldı. Tutku’nun birbirini amansızca kovalayan nefesleri en sonunda medeniyeti buldu. Sıralarını beklemeye başladılar. Tane tane gelen nefesler, bir müddet sonra tekrar yoğunlaşmaya başladı. Bir gelgitin giderek yükselen dalgalarını andırıyordu nefesi. Ne kadar derin alabiliyorsa, ciğeri ne kadarını kaldırabiliyorsa o kadar zorluyordu kendini Tutku. Canı acıyordu, göğsü ağrıyordu. Sanki birer birer tuğlalar diziliyordu göğüslerinin üzerine. Akciğeri, bir balon gibi patlayacaktı. Acı ile inlemeye başladı.

Erdem, bakışlarını sigara paketinden milim milim aldı, Tutku’ya baktı. Tutku’nun içinde bulunduğu anomaliyi seyretti. Tutku her an çatlayıp da oracıkta yere yığılabilirdi kendini zorlamaktan. Koca salondaki tüm havayı çekmişti içine, dışarı ise kendinden bir parça bıraktı verdiği son nefeste. Erdem, olabilecek en sakin ses tonuyla bir soru üfledi havaya.

“İyi misin?”

Tutku, gerilerek bir nefes daha aldı, omurgasını öne doğru bükerek o bir nefesi verdi. Tekrar normale dönen nefesinden sonra bedeninin çoktan bitmiş olması gereken pili akmaya başlamış gibiydi.

“İyi değilim.” Dedi Tutku hafif bir tonlamayla, bet sesi içinden bir şeyleri keserek gelmiş gibiydi.

“Az önce ne oldu?” dedi Erdem, sigara paketine geri verdi gözlerini. Paketin üzerindeki kararmış akciğer resmine baktı. Bu çirkin ciğerin varlığına şaştı. Eğer sigara içmeye devam ederse, onun da ciğerleri böyle çirkin olacaktı. Ve bir daha iç güzellikten dem vurulduğu zaman, o asla öne çıkamayacaktı.

“Derin nefes alıyordum.” dedi Tutku, kaleme bakarak.

“Fazla derin değil miydi bu?” dedi Erdem, sigara paketine bakarak.

“Doktor ne kadar derin alabiliyorsan o kadar derin al demişti.”

“Bence bu kadar derin olmasını kastetmemiştir.”

“Sen nereden bilirsin ki?”

Erdem sessiz kalmayı tercih etti. Evin en karanlık köşesine konuşlanmış hurda mini buzdolabının kulak kirleten gürültüsü insan sesinin yokluğunu tüm çirkinliği ile örtbas ediyor, bu loş odanın her bir karesini doldurarak boğuyordu. Çok uzun bir süre boyunca buzdolabının ötesinde bir ses çıkmadı odadan. Ne kadar süre geçtiği büyük bir muamma, zaman bu eşyaların üzerinden akmış ve hiçliğe karışmıştı.

Buzdolabının gürültüsüne eşlik eden bir karganın çığırması zamanda bir farkındalık yarattı. Tutku’nun kulakları kaşındı. Kargayı takriben Erdem’in ciğer kazıyan öksürüğü ortaya çıktı. Uzun bir süre biri akciğerlerini jiletliyormuşçasına öksürdü Erdem, vücudu zapt edilemez bir şekilde, dur durak bilmeden sarsılıyordu. Erdem’in öksürüğü kesildiğinde, kendisi bitap düşmüştü. Sağ kolunun dirsekten ilerisi masanın üzerinde, yere yığılmayı bekleyen vücudunu sandalyede tutuyordu. Erdem’in önüne çökmüş başı vakarlıkla doğruldu, gözleri yerden yavaşça ayrıldı. Gördüğü flu görüntü keskinleşiyor, Erdem’in dünyası detaylarına kavuşuyordu. Tüm bu ayılan görüntünün içinde, köşede sehpanın üzerinde, saksıdaki kızıl topaklı Hint fasulyesi Erdem’e pis pis gülümsüyordu. Erdem’in dudaklarına belli belirsiz bir hareketlilik geldi. Koluyla masadan güç alarak sırtını tekrar sandalyeye yasladı. Erdem gözlerini tekrar sigara paketine dikti, bu sırada fark etmemiş olsa da Tutku hayretler içinde Erdem’e bakıyor idi. Erdem’in dudaklarına saydam hareketlilik geldi, en sonunda bu hareketlilik bir cümle oluşturmaya yetecek kadar opaklaştı:

“Neden bu kadar derin nefes alıyorsun?” diye sakince soru sordu Erdem boğulmuş sesiyle. Az önce yaşadığı uzun öksürük faslı sanki hiç yaşanmamıştı da diyaloga kaldıkları yerden devam etmeyi amaçlamıştı. Fakat bu sefer her zamankinden farklı, sakinliğinin elini tutmuş bir bulanıklık, ölçülü bir sarhoşluk vardı sesinde. Tutku, Erdem’in sorusu bittiği vakit, kendi cümlesine atıldı. Bu sorunun sorulmasını bekliyormuşçasına “Aklımdan atamıyorum. Vücudum kaskatı oluyor.” Dedi. “Taş gibi, kaslarım ve kemiklerim iç içe geçmiş gibi…” Çok hızlı konuşuyor, kelimeleri çiğnemeden yutuyordu. “Çok sert ve-, ve-, ve nefes almayı unutuyorum. Nasıl oluyor anlamıyorum bile.” Bir an durdu ve devam etti. “Ama, ama tuhaf ki bu sefer hiç olmadığı kadar sert oldu; hiç nefes alamadım. Öncekilerden çok daha kötüydü. Çok daha kötü.” Tutku, başını bir şeylerden kaçırmaya çalışıyormuş gibi sağa ve sola çevirdi. Gözleri dolmuştu. “Nasıl oluyor anlamıyorum?” dedi. Neydi sorun, neden karşı koyamıyordu? Ağlamak istiyordu, ama bir nedenden dolayı yapamıyordu ve o nedeni kendisi de bilmiyordu. Erdem sorduğu sorunun cevabına karşılık bir tepki vermedi. Kızıl gözleriyle sigara paketine bakıyor, yorgun ve argın gözüküyordu. Tutku, konuşmasına devam etmeye karar verdi:

“Eksik kaldığım oksijenden daha çok faydalanmak adına çok daha derin nefes alıyorum ben de. Çok derin, çok çok daha derin! Dengelemek için. Nefessiz kalmamı dengelemek için. Stresten bozulan nefessizliğimi ehlileştirmek için.”

Erdem,

“Dengeyi ekstremlerde aramak büyük bir çöküş yaratacaktır. Ekstremlerden medet ummadan, orta yola ulaşmalıyız.” Dedi, Tutku’ya göre kayıtsız bir ses tonu ile.

Tutku o sırada kurşun kalemin parlayan sivri ucunda kaybetti zihnini. Gözleri, kaleme değiyordu, o sivri uçla bütünleşiyorlardı. Özellikle de sağ gözü. Tutku karşısında Erdem’in olduğunu unuttu bir an. Boşluğa savrulan, arayıştaki kelimeleriyle bir şeyleri açığa çıkartmaya çalışıyor, zihnini eşeliyordu:

“Acaba biz zayıf mıyız? Biz zayıf mıyız? Diye düşünmeden edemiyorum.”

Ve sessizlik.

“Acaba biz zayıf mıyız? Şu halimize bak! Biz zayıf mıyız Erdem! Biz zayıf mıyız?”

Ve sessizlik.

“Erdem! Bizden bir bok olmaz. Biz iradesiziz. Biz var ya, biz reziliz. Ya da, ya da… Değiliz. Rezil değiliz. Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Oooff, oofffffffff. Yapamayacakmışım gibi hissediyorum. İçimde karşı koymaya yetecek güç yokmuş gibi hissediyorum. Kalemi göz ardı edemiyorum, onun sesini dindiremiyorum Erdem! Ben, ben- ben nefes bile alamıyorum stresten! Ve üstüne üstlük sen, sen-

“Şşşşşşşt! Odaklanmaya çalışıyorum.” Diyerek böldü Erdem, Tutku’nun cümlesini. Bu sefer, sesi sakin değildi.

“Ne şşşşşşt!” dedi Tutku. Öfkeyle Erdem’e baktı. Anlaşılamamanın siniri vardı üzerinde. “Ne şşşşşt!” dedi tekrar. Kaşları çatık Erdem’e bakmaya devam ediyordu. Erdem ise oralı olmuyordu, kendi odağı sigarasındaydı. Tutku, bedenini bir hararetle sallayarak “şşşşşşşşşşşşşşt,” diyordu, vücudu tekrar baştan aşağı azgınca titriyordu ve “şşşşşşşşt” diyordu. Tükürükleri havada uçuyor, salya molekülleri, kül rengi havayı iğdişleyerek Erdem’e kadar ulaşıyordu. Erdem’de ise en ufak bir kıpırtı yoktu. Üstüne balgam atılsa bile bakmayacak bir hali vardı. Tutku ağlamsayarak tekrar önüne, kaleme döndü. Eliyle sulanan kızılcık gözlerini ovaladı. Sonra parmakları ile alnını sert hareketlerle ovuştururken dişleri ile dudaklarını çiğnedi. Diş izleri dudağında ufak göçükler oluşturmuş, bu göçükler kan damlalarını içine doldurmuştu.

Tutku, kalemi izlemeye geri koyuldu. Erdem de sigara paketini izliyordu.

Bir süre daha izlediler.

Bir süre daha…

Ve bir süre daha.

“Ben dayanamayacağım. Gideceğim ya da en sonunda yapacağım.” Dedi Tutku bıkkınlık vardı sesinde. Erdem hiç istifini bozmadı. Ciddi ama ölçülü bir biçimde konuşmaya başladı:

“Yapmak veyahut gitmek mi? Zihninde kendine zoraki iki seçenek yaratarak, nasıl bu dayatmanın ötesine tırmanabileceğine inanıyorsun?”

“İnanmıyorum.”

“İşte! Şimdi burada vazgeçtiğini düşün. Bir daha kalem gördüğünde ne olacak! Söyle, kendini nasıl hissedeceksin?! Ya da sonunda düşündüğün şeyi yaptın diyelim? Ne kazanacaksın? Fakat buradaki savaşın bittiği zaman, o savaşı bitirebildiğin zaman, alnının akıyla çıkıp diyebileceksin: Ben korkularımı yendim!”

“Ben gerçekten tükendim Erdem! Gerçekten tükendim. Şu noktadan sonra sadece kendimi zorluyorum.”

Erdem; gözlerini hafifçe kıstı, dudaklarını birbirine bastırdı.

“Bu öyle kolay bir iş değil Tutku. Ben de öğreniyorum. Bir bağımlılığı yenmeyi öğreniyorum. Biz bir şeyleri yenmeyi öğreniyoruz. Biz bir nefsi terbiye etmeyi öğreniyoruz. Çünkü biz insanlar bu tarz şeylerden çok daha üstün olabilme potansiyeline sahibiz. Tüm bu korkular, bağımlılıklar, takıntılar… Bizi sınırlayan tüm her şey kafamızın içinde yarattığımız engellerden ibaret.”

Tutku, önüne baktı,

“Evet ama her şey kafamızın içinde değil mi?”

“İşte!”

“Ama, kafamızın içinde oluşan şeyler, bazen bizim kontrolümüz dışında oluşabilir ve biz onu oluşturan şeylere direkt olarak ulaşamayabiliriz. Ya da kafamızın içinde olduğunu sandığımız şeyler dış etmenlerden dolayı oluyor olabilir ve biz kendimize fazla yüklenirken aslında bizimle alakalı olmayan bir durumdan dolayı acı çekiyor olabiliriz?”

Dinlediğine dair en ufak bir işaret göstermeyen Erdem, söze atıldı.

“Vietnam savaşını protesto etmek için kendini yakan rahibi bilir misin? O adam inandığı bir şey uğruna canlı canlı yanarken, hiç kıpırdamadı, azıcık bile bağırmadı. Verdiği sözden geri dönmedi. Ve belki de bir an için bile olsa tereddüt etmedi. Büyük bir adanmışlık, cesaret ve erdem göstergesi. Tarih sahnesinde ve de günümüz dünyasında bu adam yalnız başına bir örnek teşkil etmiyor. Daha nice insanlar, neler yapıyorlar haberin var mı? Birileri en ufak sorunlarda, karşılarına çıkan ilk engele takılıp da küçük bir çocuk gibi ağlarken kimileri, en büyük acılara bile inanılmaz bir güçle karşı koyabiliyorlar ve hatta bunu yaparken gülümsüyorlar. Düşünsene hatta şu ölüm orucu tutan insanları, verdikleri bir söz uğruna sadece; en temel içgüdülerine böyle bir iradeyle karşı koyabiliyorlar. Biz ise biz, bu kadar basit bir şeyi yapamayacak kadar aciz miyiz?”

“Kendi konumumuzu bu insanlarla karşılaştırmak doğru mu Erdem? Yani cidden doğru mu? Bu kurulan iradeye giden de bir yol olmalı. Başkaları yapıyorsa biz de mi yapabiliriz. Bu kadar mı? Hiç mi bireysel ve çevresel farklılıklar önemli değil! Bu insanların hangi bağlamda bunları yaptığını bile hesaba katmıyorsun!”

“Senin sorunun bence çok düşünmen! Sadece konuşuyorsun ama aslında korkuyorsun! O kadar!”

“Tüm gün şu kaleme bakarken, düşünecek epey zamanım oluyor! Sen ne yapıyorsun?”

“Zihnimi boşaltmaya çalışıyorum. Tüm düşüncelerini bir kenara bırak, zihnini berraklaştır ve sonuçlarını kendi gözünle gör! Bunun mümkün olduğunu gör! Kendi zayıflığın yüzünden bahane yaratıyorsun ve bunu kabul etmeye bile cesaret edemiyorsun.” Dedi erdem, nazikçe esen bir kibirle. “Bağlam falan hikâye! Bu terapiye neden katıldığımızı hatırla! Çok uzaklaşıyorsun asıl konudan! Teslim olmuşsun çoktan, kendi yarattığın illüzyonlara. Yazık…”

Tutku’nun vücudu sinirle kasıldı, yüz kasları sıkılaştı ve gevşedi. Sonra üzüntüyle dağıldı yüzü, bedenindeki tüm kasları serbest kalıp çözüldü. Suratındaki kaslar, gerilip çözüldükçe Tutku, Erdem’in söylediklerinin doğruluğunu düşünüp üzülüyor ve yanlışlığını düşünüp sinirleniyordu. En sonunda bir kabullenişe battı. Sonra kabullenişin gübresinden bir kahkaha bitti yavaş yavaş. Büyüdü de büyüdü ve daha da büyüdü. Tutku, bu sefer ağlayabiliyordu! Gülerken ağlıyordu. Erdem gözünün ucuyla Tutku’ya baktı, sonra tekrar sigara paketine bakmaya devam etti.

 Tutku, alaycı bir ses tonu ile

“Sana bir sorum var Erdem Bey!” dedi. Bu şaşalı giriş, Erdem’in dikkatini çekti. Gözlerini tereddüt etmeden sigaradan ayırdı, Tutku’ya bıkkın bakışlarını çevirdi.

“Sen yapabiliyor musun? Bağımlılığına, zihnindeki o çığlığa karşı gelebiliyor musun?”

“Gayet.”

“Gayet mi?” dedi Tutku, bakışlarında anlam aramaya çalışan bir sinir rüzgârı vardı. Gözyaşları suratından dökülürken ironiye çalan kahkahasının altından “Açıklasana gayeti biraz?” dedi.

“Evet, gayet. Sigaraya karşı direniyorum ve bir daha asla sigara içmeyeceğim.”

“Güzel bir dilek gerçekten Erdem… Cidden takdire şayan! Epey kararlısın da bu konuda anlaşılan?”

“Gayet.”

“En son ne zaman sigara içtin Erdem?”

Erdem, Tutku’nun gözlerine baktı, orada bir şeyler bulmayı amaçlıyordu. Erdem’in suratında halsizliğinin ötesinde bir donukluk, Tutku’nun yüzünde ise sorgulayıcı bir alaycılık vardı. “Buraya gelmeden önce.” Dedi Erdem, kelimeler dudaklarından tane tane çıkmıştı. Tutku’nun gözleri pörtleyiverdi. Erdem’in ciddiyetini koruyarak bunu söyleyebilmiş olması bile, komiklik sınırını bir hayli aşmıştı. Tutku’nun beklediği cevap da aslında tam olarak buydu fakat yine de zıvanadan çıkmasına ramak kalmıştı. Tutku,

“Hiç, yani, sen hiç içmedin. Burada hiç sigara içilmedi?” dedi, hızlı konuşuyor, iğneleyici yaklaşıyordu.

“Burada sigara içilmedi mi bilmem, ama ben sigara içmedim.”

“Artık bunu görmezden gelecek tahammülüm kalmadı! Erdem sürekli sigara içiyorsun!”

Erdem’de tek bir mimik oynamadı. Öylece baktı ve dudakları öylece konuştu.

“Bu iftira.”

“Hayır, değil! Ben ne zaman lavaboya gitsem fırsattan istifade edip sigara içiyorsun!”

Erdem kısılmış gözleriyle bir süre cevapsız Tutku’ya baktı. Kafasını yavaşça sağa sola salladı, suratına bir hüzün karıştı.

“Şu haline acıyorum. Sinirini benden mi çıkartmaya karar verdin?”

Tutku titremeye başladı. Oldukça cüretkâr ve sert bir biçimde Erdem’i bakışlarıyla tarıyordu. Erdem’in bakışları ise tersine daha durgun olamazdı. Tutku bir anda masanın üzerine atılarak sigara paketine davrandı, onu fark edip peşinden hareket geçen Erdem, Tutku’ya yetişemedi.

 Tutku kaptığı sigara paketinin kapağını ivediyle açtı ve içindeki sigaraları Erdem’e gösterdi.

“Bak burada şu an on iki sigara var.”

“Evet.”

“Bu paketi sana verdiklerinde içinde tam yirmi adet sigara vardı.”

“İlginç bir iddia ama anlamadığım şey… Senin bunu nereden biliyor olduğun? Paketin içini görmedin ki? Yoksa gördün mü?”

Tutku duraksadı, “Hayır görmedim ama sana yarısı içilmiş bir paket vermediklerini biliyorum!”

“Nasıl biliyorsun? Ben paketin içini şimdi görüyorum, sana daha önceden mi gösterdiler?”

Erdem, Tutku’nun evet demek istediğini görüyor ama bunu söyleyemeyeceğini de biliyordu.

“Arada sigara içiyorsun.” Dedi Tutku.

“Hayır, içmiyorum.”

“İçiyorsun.”

“Elinde net bir kanıtın var mı?”

“Kanıt mı? Ev duman altı! Leş gibi sigara kokuyor senin yüzünden, Daha ne kanıtı?”

“Bu ev hep böyle leş gibi kokuyordu.”

“Bu eve geldiğimizde bu ev sadece leş kokuyordu. Sen geldikten sonra ise leş gibi sigara kokmaya başladı.”

“Biz bu eve birlikte geldik.”

“Yani?”

“Senin aldığın kokuyu almamamla beraber, ortada geçerli bir iddia bile göremiyorum!” Erdem’in sesi boğanıyordu. “Ev sigara kokuyorsa eğer cidden iddia ettiğin gibi bu sigarayı sen de içmiş olabilirsin.” Çatallaşmış sesi giderek daha da kırılıyordu. “Ya da bir başkası da içmiş olabilir?” Öksürmeye başladı. Öksürükleri dur durak bilmiyordu. “Bu” ciğeri kazınıyordu, öksürüyordu. “Bu sigarayı” sert bir biçimde birkaç kez daha öksürdü, kendini zor tuttu; suratı kıpkırmızı, az önce üzerinden bir kamyon geçmiş misali “benim içtiğimi de nereden çıkardın?” dedi.

Tutku şoke olmuş bir biçimde Erdem’e bakıyordu. Erdem de elden geldiğince dikkatli ama bitkin gözler ile Tutku’ya baktı. Bir şeyin gelmesini bekliyor gibiydi. Tutku yutkundu, sözlerini sakladı ama bakışlarını saklayamazdı. Gözlerini kapattı ve derince nefes alıp tavana baktı. İs kaplı tavanın köhne görüntüsü ona aynaya bakıyormuş hissiyatını verdi. Erdem, bir öksürük silsilesi daha yaşadı, ardından kendini gıdım gıdım topladı.

“Şu anda asıl olayı es geçip bir günah keçisi arıyorsun. Çünkü zayıflığınla baş edemiyorsun. Benim de senin gibi olmamı istiyorsun ki iradesizliğinin yarattığı güçsüzlük duygusu bir nebze de olsun azalsın.”

Tutku, Erdem’in suratına baktıkça içindeki patlamaya hazır kanlı yanardağını tutmak giderek zorlaşıyordu. Kendini görünüşte güya dindirmesini başarmıştı, bedensel dışavurumunda hiçbir pürüz yoktu. Fakat gözleri ne kadar isterse istesin duygularını saklayamıyordu. İçinde bombalar patlıyordu, gözlerinden bir demet kıvılcım şavkıyordu. Erdem, derin bir nefes aldı. Aldığı nefesle beraber büyük bir şefkat duygusunu da üzerine giydi. Samimi bir gülümseme çizdi suratına, masanın üzerine biraz eğilerek Tutku’ya yaklaştı.

“Bu terapiye gelirken, neyi amaçladığımızı hatırla. Bu mücadeleyi en başında hangi ilkelerle kucakladığımızı hatırla! Daha iyi olmayı amaçladık, yeni bir ben olmayı amaçladık. Bunlar ulaşması kolay şeyler değil. İlerlemenin yolu çetin ve çetrefillidir, sabır ve azamet gerektirir. Bu zorlu yolda, içinde bulunduğumuz bu savaşta biz sınanıyoruz, canımız çıkıyor ama, ama karşılığında gelişiyoruz. Ne kadar yorgun olduğunu görüyorum Tutku, inan bana, ben de senin kadar yorgunum! Yorgunum yorgun olmasına ama, daha fazla yorulmaya da açım ben Tutku! Bir o kadar yorulmaya ve bir o kadar başarmaya, ilerlemeye açım! Ve biliyorum ki Tutku, bunu birlikte başaracağız!”

Erdem’in ciğerini masaya dökecek kadar sert öksürük yardı Erdem’in konuşmasını. Masanın üzeri kana bulanmıştı. Tutku ve Erdem masaya, kalemle sigaranın üzerine dağılan kana baktılar. Sonra da birbirlerine. Erdem’in gözlerini ele geçiren ürperti, gerçekdışı bir biçimde birden dağıldı. Tekrar samimi bakan gözlerine zoraki bir gülümseme katıldı. Boğuk ve çatallı sesi ile,

“Birlikte başaracağız.” Dedi ve Tutku’nun ellerini, masanın üzerinde ellerinin arasına aldı.

Tutku’nun az önce parlayan öfkesi deformasyona uğrayarak, içinde sağdan sola çarpmaya başlamıştı. Hele ki az önce gördüğü kanlı manzaradan sonra ne hissedeceğini bilmiyordu. Kötü düşündüğü zaman bir acıma duygusu gelip kafasını karıştırıyordu. Erdem geliyordu aklına, kendine inanarak yaptığı konuşma, tüm o manayla vurgulanmış hareketleri, Tutku soruyordu istemsizce kendine, sigarayı gerçekten Erdem mi içiyordu? Aldığı bu sigara kokusu bir yanılsama mıydı? Kimse sigara içmiyor muydu? Yoksa evde bilmedikleri biri vardı da ama bu imkansızdı? Bu imkansızdı? Eve biri girmiş olsa, evde biri olmuş olsa bunca zaman kokusu muhakkak ortaya çıkardı. Ya da deriliyordu, fıttırıyordu, kafayı yiyordu! Belki de sigarayı cidden kendisi içiyordu, sırf kaleme olan yönelimini zapt edebilmek için sigaraları bir bir tüttürüyor ve özgüveninin kırılmasını engellemek adına bu anılarını hafızasından siliyor, eylemlerini yansıtarak sigara içen kişiyi Erdem olarak nitelendirip kendi imajına daha fazla zarar vermemek için, kendi kendisini koruyordu.

Hayır! Bu gerçek değildi! ama olabilir miydi? Hayır! Belki de içiyordu? Ama nasıl, Erdem yalan söylüyordu! Ciğerlerinin şu haline bak! Ama, nasıl da kan fışkırdı masaya, nasıl da çaresizce baktı; orada? Bilumum vakarlığıyla ortaya sererken kudretini, çaresizce bakan gözlerini, güçlükle toparlayabildi. Of. Of. Of. Hayır… Erdem içmiş olamazdı. Erdem’in öksürüğü… Nasıl bir sigara bir insanı böyle öksürtebilir ki? Bu verem gibi! Deliriyor muydu? Düşünmemeliydi, düşünmemesi gerekiyordu. Tüm olasılıkları kafasından silmeye karar verdi. Sadece kaleme bakacaktı. Kaleme bakacak ona odaklanacak ve içindeki korkuyu fethedecekti. Erdem yalan söylüyorsa da söylemiyorsa da bu onu bağlamıyordu! Yalan söylese kaç yazardı. Diyelim ki söylüyor, işin sonunda, Erdem’e erdemli olmanın ne demek olduğunu göstermiş olurdu. Bu yeter de artardı zaten. Erdem’in kendisine ahkam kestiği meziyetlerin hepsinin nasıl yapılacağını ona göstermiş olurdu. Dalgalı denizde, üzerinde durduğu çürümüş ahlak salını elinden alır ve son teknoloji denizaltısından baktığı Erdem’i düşünmeye sevk ederdi.

Tutku ve Erdem’in bakışları ait oldukları objelere geri döndü. Belli belirsiz bir silüet bir an için sigara paketinin arkasında süzüldü. Erdem sigara paketinin içinde kaybolurken, odağı karışıyor, kafası biri çekiçle vuruyormuşçasına zonkluyordu.

Erdem yeniden içini yaran sert bir öksürüğü saldı dışarı, kendini tutmaya çalıştı ama bu imkansızdı. Daha da sert bir öksürük izledi ilkini, ciğerlerini deşti. Erdem kafasını kaldıracak güçten mustarip başını önüne eğdi. Gözleri çaresizlikle büzüldü, yüzü acıyla umutsuzdu. Yerin ölü benzi gri rengine bakan solgun bakışlarını hissizce etrafta dolandırdı. Neyin eksik olduğunu idrak bile edemiyordu. Tuvaletten ani sifon sesi geldi, sonra çeşmeden akan suyun şırıltısı odaya sızdı. Karşısına baktığında Tutku’nun orada olmadığını gördü.

Erdem, gri benizli elini masanın üzerinde duran sigara paketine uzattı. Parmaklarıyla sigara paketini biraz evirip çevirdi, sonra çekti elini sigara paketinin üzerinden. İçmemeliydi. Ne zaman güzel hissetmişti ki yaktığı bir sigaradan sonra? Şu an ne hali ne mecali vardı? Boğazı ağrıyordu çok daha büyük bir ağrımanın habercisi olarak. İçi yanıyordu, daha büyük bir alazlanmanın çağrısı olarak. İstemiyordu sigara, ama sigaraya olan yönelimine de engel olamıyordu. İçinde amansız bir savaş veriyordu. Neden verdiğini bile anlayamadığı saçma bir savaştı bu. Asla istemediği, isteğine karşı tüm gücüyle savaşıyordu. Gözleri kitlenmişti pakete, yüz kasları kasıldı. Tekrar bir öksürük takıldı boğazına, geçmek istiyordu. Kaşındırdıkça kaşındıran uçsuz bir karadelik gibiydi. Öksürmek istemiyordu, ah bıçaklamak istiyordu boğazını. Kalemi alıp sokmak istiyordu boğazına. O kaşıntıyı yok etmek istiyordu. Zihnini uzaklaştıramıyordu bu yoğun kaşıntıdan. Bir sigara, belki bir sigara yardım ederdi acısını unutmasına! Kaşıntısını kaşımadan mayıştırırdı tatlı bedenini. Elini tekrar sigara paketini uzattı, paketi parmakları ile bir sağa çevirdi, bir de sola çevirdi. Baş parmağı ile paketin kapağını açtı. Paketin içindeki sigaralara gözlemlenebilen tek varlıklarmış gibi bakıyordu, aç bir yırtıcıydı o, kendisini bekleyen avlarına bakan. Bir karar vermişti ki canhıraş bir çığlık kulaklarına vardı. Erdem bir solukta sandalyesinden kalktı, lavaboya koştu. Kapı kolunu açmak için çevirdiğinde kilitli olduğunu gördü. Acı içindeki artçı iniltilerin hırpaniliği ile Erdem kapı kolunu bıraktı, kapıya sert bir tekme savurdu. Çığlıklar bir anda gürleşti tekrar, ilk seferki canhıraşlığına kavuşmuşlardı. Erdem bir tekme daha savurdu, kapı yerinden çıktı.

            Erdem lavabodan içeri girdiği gibi, pörtlemiş al gözleri ile hızla etrafı taradı. Yarıya kadar su ve kan dolu küvetin içinde yaslanarak oturmuş olan Tutku’yu gördü. Tüm suratı ve vücudu kanlarla kaplıydı. Sağ gözüne saplı bir kalem vardı. Gözünü parçalamış olan kalem eğimli, arkası tavana bakıyordu. Tutku’nun çığlıklar savuran açılmış ağzına parçalanmış gözünden kan, diğer gözünden gözyaşı doluyordu.  Erdem oldukça ağır adımlarla küvete doğru yürüyordu. Yapılabilecek bir şey yoktu. Korkusu, Tutku’yu fethetmişti. Tutku bu savaşı kaybetmişti. Erdem savaş alanında bir dostunu kaybetmiş gibi hissediyordu ama bu olaya bakışı kaderden farksızdı. Çünkü savaşta muhakkak birileri ölürdü ve bir erkeğe düşen ise bunu kabullenip savaşmaya devam etmek olmalıydı. Erdem, elini alnına götürdü. Tutku çığırmaya devam ederken, ne yapacağını kestiremeden sadece izledi.  Erdem’in hareketlerinde ahenkli bir rahatlık vardı. Ne yapacağını bilemiyor olmanın ötesinde bir şey yapmayı arzulamıyordu da. Gördüğü bu manzara ise zihninde sorusu şekillenmemiş soru işaretlerine yol açmıştı. Tutku’nun bağırtısı kuvvetini kaybedip de inceldi. Büyük bir acı içinde ağlıyordu, Tutku; saf bir iç parçalanışın karanlık melodisiydi hıçkırıkları. Erdem, küvetin yanında bulunan klozete oturdu. Tutkunun inip çıkan çığlıklarına kayıtsızdı, kendi düşünceleri tarafından uyuz olmuştu Erdem. Dışarıdan gelenden ziyade, içeriden gelen etkiliyordu ruh halini. Tutku’ya sinirlenmişti. Onun güçsüzlüğüne sinirlenmişti. Kararsızlığına sinirlenmişti. Zayıflığına sinirlenmişti. Küçük düşmüşlüğüne ve harap olmuşluğuna sinirlenmişti. Hak ettiğini bulmuştu belki de bu şekilde. Erdem birden sinirle önünde bulunan uzun banyo dolabına, güçlü bir yumruk attı. Hınçla bağırdı ve bir yumruk daha attı. Sonra oturduğu tuvaletten kalktı. Tutku’nun arka planda tekrar yükselen acı çığlıkları eşliğinde Erdem bu sefer dolaba sert bir tekme savurdu. Dolabın kapağı içeri göçtü. Erdem hızla çıktı lavabodan. Otuz saniye içinde elinde sigara paketi ile geri geldi. Tutku’nun gözünden akan kan hala canlı bir biçimde süzülmeye devam etse de bariz bir biçimde yavaşlamıştı. Erdem, lavaboda birkaç savruk adım attı, küvete yaklaştı ve tekrar az önce oturduğu klozetin üstüne oturdu. Elinde getirdiği sigara paketinden bir sigara çıkardı. Sigarayı dudaklarının arasına yerleştirdi. Tutku’nun titrek ve ürkek sesi duyuldu.

“Diğer gözümü de kaybetmekten korkuyorum… Artık çok daha fazla korkuyorum.”

Erdem’in suratında ince ve gergin bir gülümseme belirdi, sanki bu cümleyi duymayı bekliyordu. Ağzında sigarası ile, küvete yaklaştı. Üst bedenini küvete yaslayarak, küvetin içindeki Tutku’ya doğru eğildi. Tutku’nun gözüne saplanmış kurşun kalemi tuttu. Kaleme gelen titreme ile Tutku, bağırmaya başladı. Erdem kalemi aniden çektiğinde, Tutku’nun bağırtısı keskinleşti. Erdem, atik bir hareketle kalemi Tutku’nun diğer gözüne sertçe sapladı. Tutku kısa ama güçlü, bir çığlık saldı odaya.

Sessizlik oldu.

Tutku, içinde kalan son çığlığından da kurtulmuştu. Tutku’nun tüm gerginliği dağılmış, vücudundaki gerilmiş kasların hepsi mayışarak çözülmüştü. Bir çakmak sesi duyuldu. Sigara dumanı dağılıyordu havaya, leş gibi sigara kokuyordu.

Erdem öksürmeye başladı. Daha kötü öksürmeye başladı. Öksürüğü Tutku’nun görsel hiçliğine karışıyordu. Erdem öksürdükçe öksürüyordu. Dinmeden bitmeden öksürüyordu. Öksürükler kesildi ve karanlığa karıştı. Tüm dünya sessizce boşluğa alıştı.

Görsel hiçliğin hakimiyetine bir kadın sesi katıldı:

“Neden yaptın bunu?” Mükemmel bir şekilde telaffuz edilmiş bu kelimeler odayı dolduracak kadar güçlü çıkmıştı.

Tutkunun sesi ise tam tersine büzülmüş, cansız ve renksizdi:

“Dayanamıyordum.” Dedi Tutku

“Nasıl dayanamıyordun?”

“Dayanamıyordum işte!”

“Paylaşmak ister misin?”

“Yapamadım!” diye bağırdı Tutku.

“Sakin ol, şu anda duygularının tesiri altındasın. Bize deneyiminden bahset.” Dedi terapist kadın, konuşmaya nasıl başladıysa, aynı kuvvetli ve resmi tonunu sürdürüyordu sesindeki. Tutku ise az önce uykudan uyanmış gibi mahmur, afallayarak sordu:

“Hangi deneyimim?”

“O evde yaşadığınız deneyimler.”

“Deneyimim… Deneyimim…” Tutku kafasını bir sağa, bir sola çeviriyordu. Ne diyeceğini ve ne hissedeceğini bilemiyor, sayıklıyordu. Doğru kelimeyi arıyor, sonsuza dek bulamayacak gibi gözüküyordu. Bir müddet sonra kelimeler ancak ilerleyebildiler.

“Deneyimim kalemin hortumuna kapılmamda yatıyor. Ah! Başaramadım… Kaleme karşı gelemedim. Korkumu yenemedim. Ona baktıkça, kaleme baktıkça aklıma sadece tek bir şey geliyordu. Ya kontrolümü kaybedersem ve gözüme kalemi saplarsam. Ya ansızın yaparsam bunu, gözümü kaybedersem sonra!” Tutku derin bir iç çekti. “Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim, zamandan bağımsız. Yeter ki bir kalem olsun yanımda. Bir kalem göreyim. Bu düşünceden kurtulamıyordum. Her an saplayacak gibiydim, her an o kalem bana saplanacak gibiydi. Gözümü ayıramadan titrerdim. Başka hiçbir şey düşünemezdim. Hiçbir şey… Hiçbir şey! Hiçbir şey! Kalemi hatırlıyorum! Evde en net hatırladığım şey o kalem!”

“Evet, önceden de konuştuğumuz gibi, kalemler, peki ya şimdi nasıl hissediyorsun?”

“Üzerimde hüzünlü bir rahatlık var. Uzun zamandır ölmesini beklediğiniz bir yakınınızı sonunda kaybetmek gibi. Anlar mısınız? Evet çok acıdı, gerçekten çok acıdı. Fakat rahatladım da. İnanılmaz rahatladım bir anlığına. Çünkü artık korkmuyordum. Artık o kalem saplandığında olabilecek şeyleri tekrar tekrar hayal etmeyecektim. Böyle girer, şöyle yuvarlanır. Acaba beynime kadar girer mi? Gözümün içinde şöyle gezinir… Kör olacağım! Diye korkmayacaktım.”

“Yani sonuçta yaptığın şey sana iyi mi geldi? Korkunu yaşadın ve şimdi özgürsün.”

“Evet yani başta, iyi geldi. Ama sadece ilk birkaç dakika. O birkaç dakika… Acıdan mı bağırıyordum yoksa zevkten mi ayıramıyorum. Seks gibiydi ama kesinlikle Erdem’le olan gibi değil.”

“Sonra ne oldu?”

“Sonra daha çok korkmaya başladım. Of, ama bu seferki korku diğerlerine hiç benzemiyordu. Çünkü artık olayın tazeliğinden çıkmaya başlamıştım. Duyguların buğuladığı gerçeklik açılmıştı ve kulağıma fısıldadı. Bir gözün kör oldu diyordu. Ve böyle ağır bir acıydı, perspektifi azalmış bir dünya vardı önümde ama bu bir son da değildi. Bir gözüm kördü ama ya diğer gözüm ne olacaktı? Asıl olay şu ki, bir gözüm daha vardı ve şimdi o göz artık çok daha değerliydi, tehdit çok daha büyüktü. Çünkü ona da kalem sokarsam eğer, işte o zaman tamamen kör olacaktım. Bu düşünce aklıma çakıldığı anda, önceki korkularım artık yersiz birer kuruntuya dönüşmüştü. Hayatımda hiç o anki kadar çok korkmamıştım. Korku denen dipsiz kuyunun en dibinde cenin pozisyonunda titriyordum. Ta ki Erdem kalemi sağ gözümden çıkartıp sol gözüme saplayarak beni bu korkudan kurtarana kadar…”

“Demek kalemi diğer gözüne Erdem soktu?”

“Evet, evet. Ama bunu benim için yaptı. Beni kurtarmak için yaptı. Beni korkumdan kurtardı. İçimde beni yiyip bitirecek kurtlarımı gördü ve onları durumum daha da kötüleşmeden döktü. Zor kararı verdi. Ben, ben ilk gözümden sonra böyle bir karara yeltenemezdim.”

“Evet, kahramanca bir hareket. Erdem gerçekten büyük bir insan.”

“Evet, gerçekten büyük bir insan… Kendisi şu an nerede?”

“Erdem ne yazık ki aramızdan ayrıldı.”

Tutku bir anda paralize oldu. Ne söyleyeceğini bilemedi, sadece kalakaldı.

“Nasıl?”

“Sigaradan dolayı.”

“Vefat etti?”

“Evet.”

Bir süre sessizlik bastırdı.

“Başın sağ olsun Tutku. Bu kayıp hepimizi derinden sarstı fakat bizim elimizde değildi.”

Tutku geçmişin sayfalarında anılar arasında dolaşıyordu.

“Anlayamıyorum… Çok, çok hızlı… Bağımlıydı, çok bağımlıydı… Hasta mıydı? Bir anda kötüleşti. Bir anda kan öksürmeye başladı. Ama önceden hiçbir şeyi yoktu.” Tutku’nun sesinde mahzuniyet esintisi, sığ bir duygu seli vardı.

Tutku ağlayamadığını fark etti. Artık asla ağlayamayacaktı.

“Kurtarılamaz mıydı?”

“İstese kendini kurtarabilirdi.”

“Kurtaramadı mı? Neden? Ne demek istiyorsunuz?”

“Bir hastalığı yoktu.”

“Yok muydu?”

“Evet yoktu.”

Tutku kafasında oluşmaya başlayan soruları seçemeden terapist kadın söze devam etti.

“Erdem evde sürekli sigara içiyordu doğru değil mi?”

Tutku cevap vermeden evvel birkaç saniye bekledi. Kararsız bir sesle başladı cümlesine: “Bilmiyorum…” Sesi giderek daha bir kendinden emin gelmeye başladı, ama yeterli değildi: “Hiçbir şey görmedim. Ben kalemi izlemekle meşguldüm.”

“Hiçbir şey… ve hiçbir şey duyumsamadın onca zaman?”

Tutku cevap vermeden önce bekledi.

“Hayır.”

 “Lavaboda bile mi?”

Tutku burada daha fazla kaçamayacakmış gibi hissetti:

“Lavaboda biraz sigara kokusu aldım.”

“Neyi inkâr ediyorsun?”

“Erdem’e minnettarım tek söyleyebileceğim bu!” dedi Tutku hiddetliydi.

“Sizin birbirinize destek olmanız gerekmez miydi?” diye sordu terapist kadın.

“Biz, biz birbirimize destek olduk.”

“Erdem sigara içerken ona engel olmadın?”

“Olmaya çalıştım, bana içmediğini söyledi!”

“Seni sinirlendirene kadar hiçbir şey yapmaya çalışmamıştın.”

“Peki yapmaya çalıştığımda n’oldu?”

Kısa bir süre sessizlik oldu.

 “Erdem nasıl oldu da bir hastalığı olmadan sigaradan öldü? Anlamıyorum.”  Diye sordu Tutku, kafası karışmıştı. Sesi az öncekine nazaran fazlasıyla yatışkındı.

“Risinden” Dedi terapist kadın, bir an bile beklemeden. Tutku muntazam bir şaşkınlık yaşadı. Terapist kadın kusursuz bir telaffuzla konuşmasına devam etti:

“Kaynayan kurbağa sendromu nedir bilir misin? Bir kurbağa soğuk bir suyun içindeyken onu yavaş yavaş ısıtırsan kurbağanın bunu fark etmeyeceğini söylerler. Kurbağa suyun ısındığını anlayamaz, mayışır; sıcaklık iyice artınca da kaynayarak ölürmüş. Tabi ki bu sendrom bir mecaz, gerçek deği. Kurbağaları yavaş yavaş ısıtırsan bir dereceden sonra sudan zıplıyorlar, kaynamayı beklemiyorlar. Fakat deyişin altında yatan mana epey bir gerçek. Aşamalı olarak gerçekleşen olguları idrak etmek bizler için epey zorlayıcı, biliyor ya da görüyor olsak bile idrak edemiyoruz, değişim çarparak gerçekleşmedikçe. Hele ki bazılarımız büsbütün mustarip bu kademeli olarak ilerleyen olayların ve durumların altında yatan o yeğin ciddiyeti kavrayamamaktan.

Biliyorsun ki Erdem’in sigaraya olan bağımlılığını yenmek için çok çaba sarf edildi. Erdem çok ileri bir vakaydı: Ne yaparsa yapsın, hangi kliniğe giderse gitsin, onun bağımlılığına ket vurulamadı. Bu yüzden Erdem’in yolu bizim kliniğe düştü, tıpkı senin gibi. Dünyanın çaresiz kaldığı noktalarda, en yeni metotlarla adım atabilme cesareti gösterebildiğimiz için.

Görünürde Erdem’in erken ölümü halihazırda elimizde olan şartlarla kesindi: net bir gerçeklik olmamakla birlikte. Onun kadar çok sigara içen bir insan tüm hastalıklara dur durak bilmeden cafcaflı birer davetiye yolluyordu. Erdem ise bu durumun farkında değildi. Sözde farkındaydı, evet fakat idrak ediyor muydu? Son bir taneden ne olacak, şu an iyiyim derken, o bir taneden sonra da iyi olmaya devam ediyordu? Biliyordu, ne yaptığını biliyor; bundan utanıyor ama hayır idrak edemiyordu. Bize düşen görev de bu idrakı sağlamak olmalıydı.

Sizi yolladığımız terapi evini özenle düzenlemekle kalmadık, siz ikinizi de özel olarak seçtik. Erdem’e en başında verdiğimiz sigara paketi asla normal bir sigara paketi değildi. Paketin içindeki tüm sigaralar belli bir ölçüde risin içeriyordu. Eğer ki Erdem yirmi sigaranın tamamını içerse bu onun ölümü olacaktı. Arzuladığımız durum, Erdem’in ilk birkaç sigaradan sonra, bu illetin vebalini yoğun olarak kısa vadede hissedip bir daha sigaraya dokunmamasıydı. Başka bir deyişle Erdem’i bir anda kaynayan suya sokacaktık ki zıplasın. Kendini kurtarsın. Risinli sigaranın ağır etkilerinden sonra ne yapıyorum ben desin, aldığı zararı idrak etsin ve sigarayı bıraksın!”

“Ama o bırakmadı.”

“Evet… ve seni de zor duruma soktu. Hepimizi şaşırtarak göz göre göre, ne yaşadığını fark ederek, inanılmaz acı çekerek, sigaralarını tüttürmeye devam etti. İçtiği sigaranın diğerlerine benzemediğini ilk nefeste fark etmiş olmalıydı ama hayır… İçmeye devam etti. O sigaraların kendine ne durumlara soktuğunu, nasıl kan öksürttüğünü bile bile içmeye devam etti. Ölümün kıyısında bile kendine yalan söyledi. Bir taneden ne olacak, sigaradan mı öleceğim… Son sigaramdan ne olacak… Erdem’in bu ısrarı bir pasif içici olarak senin de ciğerlerin ve iç organların biraz zarar vermiş olsa da için rahat olsun, kalıcı bir hasar olacağını sanmıyoruz.”

“Ne kadar rahatladığımı anlatamam.” dedi Tutku.

“Bu yöntemle birçok hastayı sigaradan kalıcı bir biçimde döndürmeyi başarmış olduğumuzu bilesiniz ama tabi ki her başarılı işte zaiyatlar verilir.”

“Bu risin ekleme kabul edilebilir bir prosedür mü? Erdem bir zaiyat mı?” Zihninden “yoksa bir kurban mı?” dedi fakat bu sözleri kelimelere dökebilecek kadar cesaret edinememişti. Temelinde ürperti bulunan sorusuna terapist kadının güçlü ve dik sesi çarptı.

“Biz yeniliklere açık bir kurumuz. İmzaladığınız belgelerde de bunu belirtmiştik. Hastalarımızı iyileştirmek adına çok kafa patlatıyoruz, yeter ki en gelişmiş teknikleri oluşturup onları kurtaralım.”

“Anladım.” Dedi Tutku, başka bir şey diyemezmiş gibi.

“Odadaki Hint fasulyesine ne diyorsun?”

“Bir şey mi demem gerekiyor?”

“Ekipten bir arkadaşın fikriydi, güzel bir nüans olabileceğini düşündük.”

“Anlamadım.” Dedi Tutku. Terapist kadının nefes alışverişlerine ilk defa bir olumsuzluk bulaştı.

“Risin Hint fasulyesinden elde ediliyor. Sizi yerleştirdiğimiz eve de bir adet Hint fasulyesi koyduk, belki fark edersiniz diye.”

“Risin ne onu bile şimdi öğreniyorum ben!”

“Erdem, biliyormuş ama.”

“Ben bilmiyordum!”

Sessizlik tekrar bastırdı. Tutku ne düşüneceğini bilemiyordu. Neler oluyordu? Tüm bu olanlar, sigaralara risin ekleme fikri, Erdem’in ölümü? Kafası karışıyor ama hiçbir şey anlayamıyordu. Erdem’i düşündü, bir bulut anılar. Erdem’in ona gereksiz çok düşündüğünü söylediği zamanı hatırladı. Tutku kimdi ki? hem ne anlardı bu işlerden? Bu insanlar bu işin eğitimini alıyordu, o ise, o ise bir hastaydı… Psikolojik bir hasta, umutsuz bir vaka. Kafasını önüne eğdi. Hiçbir şey sormak istemiyordu ki bir farkındalık yaşayıverdi.

“Evde hiç bu kadar nefessiz kaldığımı hatırlamıyordum. Stresten sanmıştım.”

“Muhtemelen havadaki risinden dolayıydı.”

“Yani ben aslında o kadar da iradesiz olmayabilirdim. Başarılı olabilirdim. Erdem ise buna mâni oldu, beni baltaladı?” Ne hissedeceğini bilmiyordu, Erdem’le olan karmaşık ilişkisi zaten kavrayamadığı bir boyuttaydı, şimdi ise daha karmaşık yepyeni boyutlar eklenmişti bu ilişkiye. Erdem dost muydu, düşman mıydı? Suçlunun Erdem mi, kendisi mi yoksa, bir başkası mı olduğuna emin olamıyordu. Kafası patlayacak gibi zonkluyor, parçalanmış gözleri köküne kadar acıyordu. “Ya da siz beni baltaladınız. Ne de olsa Erdem sigaralarda risin olduğu bilmiyordu. Erdem o sigaraları içerse benim de bundan etkilenebileceğimi tahmin edebilmeniz gerekmez miydi?” Öyle bir hızla ve korkaklıkla çıkmıştı ki bu sözler ağzından, cılız varlıklarının gücü ancak söyleyeni bağlamaya yeterdi.

Görsel bir hiçlik vardı.

“Artık kalemden korkuyor musun Tutku?” dedi terapist kadın, sesi güçlü, diksiyonu kusursuzdu.

“Hayır.”

“Çok güzel. Artık Erdem de sigara içmiyor.”

Tutku, bir şeyler söyleyecekmiş gibi mırıldandı ama terapist kadın başladı cümlesine “Başardın Tutku. İkiniz de başardınız!”

“Nasıl?”

“En başında buraya hangi sebeple geldiğinizi hatırla. İkinizin de kurtulmak istediği şeyler vardı. Erdem için bu sigaraydı, senin içinse takıntıların. Şu anda görüyorum ki istenilen iki durum da öyle ya da böyle başarıyla gerçekleşmiş! Erdem bir daha sigara içmeyecek ve sen de bir daha kalemleri düşünmeyeceksin.” dedi terapist kadın, sesi destekleyiciydi. Tutku şaşkın, kalakalmıştı. Terapist kadın konuşmasını sürdürdü. “İşte şu anda arzu ettiğimiz noktada olmanın haklı gururunu taşıyor olmalıyız.”

Tutku hala bir heykel kadar hareketsiz ve bir o kadar ifadesizdi.

 “Öyle durma Tutku, Başarılı oldun!” Tutku anlayamıyordu. Sevinmek, en azından bir tutam da olsa bir tepki gösterebilmek istiyordu, ama cümleler algısından geçemiyordu. Terapist kadın, sesine biraz daha coşku serperek konuşmasına devam etti:

 “Tebrik ederim, karşımda korkularını fethetmeyi başarmış biri oturuyor.” Dedi kadın, oldukça güven vericiydi. Tutku’nun ifadesizliği yerini suratında beliren yarım yamalak bir gülümsemeye bıraktı. Sesinde narin bir sevinç, kendine inanamıyor olmanın verdiği kırılganlıkla konuştu:

“ba-başardık mı?”

“İkiniz de ebediyen kurtuldunuz. Kendinle gurur duymalısın!”

“Ama-” dedi Tutku ki terapist kadın böldü konuşmasını, bıçakla keser gibi

“Ne aması Tutku… Sonuç çok net! Sakın ha başarını küçümsemeye kalkma! Günümüzde insanlar kendi değerlerini düşürme girişiminde bulunuyor… Çok yazık. Ben kocaman bir başarı görüyorum sana baktığımda.”

“Öyle mi?”

“Hatice’ye değil, neticeye bakabilirsin!”

“Bakabilirdim.” Dedi Tutku, Kafasında kendisinin Erdem’i ne ölçüde mağlup edebildiğini de tartıyordu. Kendisi Erdem’in ahlak salını elinden aldığında, belki de Erdem, Tutku’nun son teknoloji denizaltısını görmeden boğularak ölmüştü.

“Evet, tabi.” Dedi terapist kadın.

 Tutku’nun şapşal gülümsemesi devam ederken terapist kadın ekledi:

“Bu arada, ücretlendirme açısından ufak bir değişiklik oldu. Çıkarken sizinle konuşacaklar. Kendinize dikkat edin Tutku Hanım. Ve kendinizle gurur duymayı asla unutmayın!”

Çalışanlar Tutku’nun koluna girip onu odadan götürürlerken terapist kadın 2271 numaralı deneyin dosyasını da görevlilerden birine vermeyi ihmal etmedi. Beyaz önlüklü, orta yaşlı, tüm karizmasıyla parlayan psikiyatrist odaya girdiğinde terapist kadın yüzünde gururlu bir gülümsemeyle bu çekici adama baktı ve

“Böylesine çok katmanlı deneyler yapabileceğimizi kim bilebilirdi ki?”

“Doğrusunu söylemek gerekirse her seferinde ben de giderek şaşırıyorum.” dedi psikiyatrist, sesi tok, heybetli ve cazibeliydi.

“Ben asıl gelecek haftaki deney için heyecanlıyım.”

“Fregoli ve Cotard sendromluyu koyacağımız yazlık ev!”

Doktor bey güldü,

“Şu ikiliyi sonunda bir araya getirmeyi başardık. İnanılmaz bir olay. Sen bir de Caner Bey’in hazırladığı setting’i görmelisin. Ne detaylar eklemiş eve, insanın aklı hayali durur. İnanılmaz şeyler çıkacak o evden.”

Terapist kadın doktor beyin cazibesine kapılmış, gözlerini ondan ayıramıyordu. İstemsizce bedeni, o karşı koysa bile, doktor beye çekiliyordu.

“Çok büyük bir deney olacağına eminim Rüstem Bey! Hepsi sizin eseriniz… Sayenizde ufkumuzun ötesine çıkan deneyler yapıyoruz.”

“Bunlar sadece ısınmalar, Önümüzde yapacak çok şey var.” Doktor bey, elini başının hizasına getirdi, işaret parmağını şakağına doğrultmuştu. “Burada dönen şeylerin binde birini hayata geçirebilirsem bana kâfi. Ve siz binde birini bile anlasanız, o da size kâfi.”

“Orada neler olduğunu bilmek isterdim.” Dedi terapist kadın, başka hiçbir şey istemiyormuş gibi.

Rüstem Bey, özgüvenle gülümsedi.

“Bilmek çok iddialı, ama hayal edebilmek isterdim diyebilirsin.” Dedi ve terapist kadını yalnız bırakarak odayı terk etti.